21 Ağustos 2009 Cuma

Günümüzün aşk oyunları...

Elvan Demirkan'ın 15Ağustos Cumartesi günü Sabah gazetesinde çıkan yazısının bir kısmını aldım;

Sahtelik, taktikler, gerçeği saklayan veya değiştiren yalanlar... Günümüzün ilişki kurallarının temelini oluşturuyor. Neredeyse kimsenin kimseyi pozitif göremediği bir dünyada yaşıyoruz. Çeşme ve İstanbul'da bazı kadınların bütün konuları ilişki taktikleri olmuş. Ne eğitimimize, ne zekamıza, ne de görgümüze yakışmayacak kadar sinsi, ucuz ve aptal aşk oyunları görüyorum etrafta... O senin peşinden koşsun... Erkekler kendisine iyi davranmayan kadınlara köle olur... Ondan ne kadar etkilendiğini belli etme, kaçırırsın... Kendine güvenin sonsuzmuş gibi davran, zayıf olduğunu anlarsa ilgisi biter... Daha şimdiye kadar bir erkeği elde etmek istiyorsan 'kendin ol' diyeni duymadım.

Karşınızdakinin sizinle uyumunu (veya uyumsuzluğunu) anlamaya fırsat bile vermeden elde etmek için taktikler başlıyor... Bir insan daha kendini çözememişken nasıl kendisi için doğru olan kişiyi bulabilir ki? Aşık olmak acımasız bir uğraşa dönmüş. Cesur, rahat ve zevk almaya yönelik (anlık zevklerden bahsetmiyorum) bir beraberliği mumla aramanız gerekiyor. Onun yerine umutsuz, 'Daha fazla bekar kalmaktan nasıl kurtulunur?', 'Ne pahasına olursa olsun beraber olduğun kişinin ilgisini sürdürmek' sendromlu ilişkiler alıp başını yürümüş. Eğitimli, akıllı, hoş ve hırslı kadınlar, profili yüksek erkeklerle ilişkiler yaşıyor. Ama çoğu erkeğin ya ayrılmaya hiç niyetli olmadığı evlilikleri veya uzun vadeli bir ilişkiye girmelerini engelleyecek acayip alışkanlıkları veya bağımlılıkları var. O yüzden işe yaramayan taktiklerle ilginç kalmaya çalıştığınız sürece kız arkadaş veya ex kız arkadaş olmaktan öteye gitmek zor.

.... Eğer şimdiye kadarki taktiklerinizin bir işe yaramadığını düşünüyorsanız, gelin şu şartlı dürüstlükleri bırakın. Oyun oynamayın, kendiniz olun, oyun oynarsanız, karşınızdakinin de sizinle oynamasına hazır olun...
Pin It

14 Ağustos 2009 Cuma

Akıp Giden Seneler...

Bugün dönüp on sene öncesine bir baktım da, o zamanlar çok merak ederdim 10 sene sonra ben ne halde nerelerde olacağım diye.. bu kadar değişebileceğimi düşünemezdim.. olaylara bakışım, duygularıma bakışım, dünyayı değerlendirişim, herşeyim o kadar değişmiş ki..
Olayın içindeyken bu kadar net göremiyorsunuz ama etkisi geçince, hele de üzerinden yıllar geçince, o kadar açık gözüküyor ki bazı şeyler..
Aynı olayları tekrar yaşasam aynı tepkileri mi verirdim? Kesinlikle hayır.. Değiştiğimi buradan anlıyorum zaten..
Eskiden yaşadığım ve olağanüstü duygusal hallerde kendimi oradan oraya attığım, günlerce ağladığım, yaşamdan bile koptuğum olaylara, zamanlara, şu yaşımda hafifçe gülümsüyorum o kadar.. o gülümsemenin içinde o kadar çok şey anlatıyorum ki aslında.. Bu idrakimle o zamanlara geri dönsem, o durumları bambaşka bir şekilde yaşardım.
Ama o zamanki idrakim olsa yine aynı şeyleri yaşayacağımı biliyorum. Çünkü yaşamadan şu anki ben olamazdım.

Bugün de merak ediyorum 10 sene sonra ne durumda olacağım?
:)) şu anki ben olmaktan çok memnunum, eminim o zamanki ben olmayı da çok seveceğim...
Pin It

7 Ağustos 2009 Cuma

Bir Cuma öğleden sonra

Cuma öğleden sonra çalışmaya çalışan biri olarak aklımdan geçenler:

- Büyük çanta kullanmak anlamsız ama seviyorum işte. Aradığımı bulamıyorum ve bazen çok ağırlaşıyor ama ne yapabilirim ki di mi :) . Tokamı çantamın biryerlerine koyduğumu biliyorum ama bulamadım!
- Bence tofitaları daha ekşi yapsınlar. Fazla meyve yemeyen biri olarak meyveli ekşi şeyleri seviyorum :) Mesela erik pestili.. mmm yakında.
- Bitirmem gereken işe başlasam mı ? Konsantre olmama engel tüm ekranları kapatıp başlamalıyım...
- Neden saatimi takmıyorum ki ? Saatimi çantamda taşımam ilginç bir durum kabul ediyorum.
- Biraz su içeyim. Günde minimum 2 litre su içmeliyim.. meli malı..
- Twitter.
- Bir de karşımda Calcium tablet duruyor. Arasıra içerim belki diye...
- Çalışmak için az vaktim kaldı.. Blogger elveda.
- Akşam dışarı çıkmak için enerjim yok ama planım var.
Pin It

5 Ağustos 2009 Çarşamba

Venedik


Pin It

Venedik - Floransa araba ile yolculuk

Venedikteki iki günümüzden sonra Floransa'ya doğru yola çıktık. Venedik - Floransa arasında paralı otoban var. Otoban ücreti 15 euro.
Araba kiralama sürecimizin başarıyla tamamlanmasının ardından, Venedik havaalanından, minik ama güvenli arabamızı aldık.

İtalya hakkındaki her site ve her kitap İtalya'da araba kullanmanın zorluklarından bahseder. Bana kalırsa italya'da, büyük şehirlerde trafik, İstanbul gibi. Şöforler de Türk gibi ama italyan ve tabi bazı farklı kurallar var.

Ben gitmeden önce, yeterince İtalya da araba kullanmanın zorluklarını okuduğum için pek araba kullanmaya cesaret edemedim. (Ki 97 den beri araba kullanırım. ;) ) Neyse ki eşim vardı ve o İtalya fln demeden her yere bizi götürdü. Biriki kere biriki İtalyan trafikte bize bağırmış olabilir ama italyanca bilmediğimiz için hiçç takmadık :) Veeee GPS imiz olmamasına rağmen hiç kaybolmadık.

Biz uyarılara rağmen GPS kiralamadık. Çünkü araba ile birlikte GPS kiralamak günlük 15 euro civarı tutuyor. Artı bir de one way gidiyorsanız üstüne 60 euro daha veriyorsunuz. Tabi eğer o sırada ellerinde GPS leri varsa.

İtalya da araba kullanırken, GPS iniz varsa bile şehir içinde dolaşmak problemli olacaktır. Çünkü en azından Floransa, Siena ve Roma da sınırlı alanlar (limited zone) var. Bu bölgelerde araba kullanmak için özel izniniz olması gerekiyor. Ne yazıkki GPS ya da Google map bunu bilmiyor. Eğer oteliniz sınırlı alan içerisindeyse, oteller size bu özel izini sağlıyormuş. Ama ben buna da çok güvenmeyin derim. Çünkü otele gittiğinizde "yok biz sağlamıyoruz" diyebiliyorlar.

Eğer GPS iniz yoksa eşime başvurun :) o size detaylı ve süper düzenli, sayfalarca haritalar hazırlayacaktır. Ve hiiç kaybolmayacaksınız..
Venedikten italya haritası almıştık ama sadece bu harita bizim için yeterli olmadı.
Eşimin Google Map ten edindiği ve düzenlediği büyük ölçekli haritalarımız bizi çok mutlu etti. Özellikle şehirlere giriş çıkışların ve otellere gidiş gelişlerin detaylı çıktılarını almıştık. Ve çok işimize yaradı.
Pin It

100. maymunun hikayesi

Pasifik Okyanusu'nda irili ufaklı birçok ada. Bu adalarda Macaca Fuscata türü Japon maymunları yaşıyor. Bu adalardaki maymunların doğal ortamları içindeki davranışları otuz yılı aşkın bir süre bilim insanları tarafından gözleniyor. 1952'de Koshima Adası'nda bilim insanları maymunların beslenmesi için kumların içine tatlı patates bırakıyorlar. Bu adanın maymunları da tatlı patatesin tadından hoşlanıyor ama yiyeceklerinin kumlu olması hiç de hoşlarına gitmiyor. Ama can boğazdan gelir diyerek kumlu da olsa tatlı patatesleri yemeye devam ediyorlar. Bir gün, on sekiz aylık İmo isimli dişi maymun bu soruna bir çözüm buluyor, İmo, tatlı patatesleri en yakın su birikintisinde yıkayarak yemeyi akıl ediyor. Bu buluşunu annesine de öğretiyor, İmo'nun arkadaşları da patateslerini yıkayarak yemeyi öğreniyor ve kendi annelerine de öğretiyor. Bu yeni davranış biçimi bilim insanlarının gözleri önünde, yavaş yavaş maymunlar arasinda yayılıyor.
1952 ve 1958 yılları arasinda genç maymunlar, beslenmelerini daha zevkli hale getirmek için, kumlu tatlı patateslerini yıkamayı öğreniyorlar. Bu daha sağlıklı ve zevkli yeni davranış biçimini çocuklarını taklit ederek onlardan yeni bir şey öğrenen yetişkin maymunlar da kazanıyor. Yeniliklere açık olmayan, çocuklar ve gençlerden de öğrenilebileceğini düşünmeyen, kendi bildiklerini tekrar eden yetişkin maymunlar ise kumlu patates yemeye devam ediyor. 1958'in sonbaharında çok şaşırtıcı bir şey oluyor. Koshima maymunlarının bir kısmı (diyelim ki 99 maymun) artık patateslerini suda yıkayarak yemeyi öğrenmiş oluyor. Bir sabah, gün doğarken yüzüncü maymun da patateslerini yıkayanlar arasına katılıyor. İşte o an her şey değişiyor. Aynı günün akşamı, adadaki hemen hemen tüm maymunlar, patateslerini yemeden önce yıkamaya başlıyor. Yüzüncü maymunun ilave enerjisi her nedense devrim yaratıyor! Ama hikâye bitmedi. Bilim insanlarını şaşırtan asıl sürpriz, bu adayla doğrudan bir ilişkileri olmadığı halde, diğer adalardaki maymun kolonilerinin de aynı anda patateslerini yıkamaya başlamaları... Yeni bir düşünce ve davranış tarzı, toplumları oluşturan fertlerin belirli bir oranı tarafından benimsendiği an, bu yenilik, mesafenin önemi olmaksızın zihinden zihine aktarılabiliyor. Yani, "Yüzüncü Maymun Fenomeni" denilen bu fenomen şunu gösteriyor: Yeni bir düşünce, yeni bir yol, toplumda sadece belirli sayıda insanlar tarafından biliniyorsa, bu yenilik sadece o kişilere ait bir şey oluyor. Ama "bilenlerin" sayısı belli bir kritik noktaya ulaştığı an, sadece bir kişinin daha "yeni yol"a katılması, toplum bilincinin aşama geçirmesine yol açıyor. Yeni düşünce, birdenbire herkes tarafından düşünülmeye başlanıyor. Niceliğin niteliğe dönüşme noktası... "Yüzüncü Maymun Fenomeni", Duke Üniversitesi'nden Doktor J.B. Rhine tarafından değişik deneylerde tekrarlanıyor. Sonuç her seferinde aynı. Bugüne dek mutsuz, huzursuz, bencil, korku dolu, karamsar bir dünya süre geldi. Zihinlerde hala taş devri korkularmı taşıyoruz. Yeniiklere açık, farklı düşünenler ise aşağılanıyorlar, alay ediliyorlar, toplum dışına itiliyorlar. Cesaretleri takdir edilmek bir yana söndürülmeye çalışılıyor bu insanların... Einstein bile teorisini ilk ortaya attığında meslektaşları tarafından kınanmış. Sıradan insan asla büyük insan olamaz. Doğar, yaşar ve ölür. Buna yaşamak denirse! Dünyada mutlu, huzurlu, sevecen, aydınlık dolu insanlar yok mu? Cesur bir dünya isteyen ve bu uğurda çaba göstermekten çekinmeyen, her şeyi göze alan insanlar yok mu? Elbette var. Sayıları gittikçe de çoğalıyor. İnsanın, insanlık boyutunda devrim yapabilmesi için yüzüncü maymunun aralarına katılmasını bekliyorlar. "Yüzüncü Maymun" belki de sizsiniz.
Ken Keyes Jr.
Çeviri: Nil Gün
Pin It

4 Ağustos 2009 Salı

Olmak da olmak


Kadın olmak
Yalnız olmak
Çalışan kadın olmak
Evli olmak
Anne olmak
Herşeyi birden yapmak istemek.
Hem de iyi yapmak istemek..
;D
Pin It

3 Ağustos 2009 Pazartesi

Hayatın Kaynağı


(Resim Ayn Rand resmi sitesinden.)
Ayn Rand'ın Hayatın Kaynağı (The Fountainhead) kitabını okuyorum. Çok güzel. Kendi olmak ve bunu tüm doğallığıyla yapmak üzerine bir kitap. Kendi seçimlerini yapan, bunlara saygı duyan ve seçimleri karşısında toplumun tepkisini göze alan bir mimar ile; kendini bulamamış ve toplumda yer edinmeye çalışan bir başka mimarın hayatları anlatılıyor.
Ayn Rand bu kitabı 1943 te yazmış. Wiki ye göre 7 sene sürmüş yazması. Türkiye'de Plato Film Yayınlarından çıktı.

Pin It